Yabanı “berbat ve kaba” diye niteleyenler, insanla doğa arasına set çekilmesine neden olup bugünkü inorganik yaşamı, şiddeti ve tahakküm istencini parlatarak özgürlüğün tu kaka edilmesine yol açtı. Gary Snyder, çevirisini İnan Mayıs Aru’nun yaptığı “Özgürlüğün Görgüsü”nde, dünyanın tüm yabanıllığı ile insanı izleyip dinlediğini; her adımın ve geçişin doğaya dalga dalga yayıldığını anımsatırken doğanın gücünün, kendisini ve insanı erginleştirmesinde yattığını hatırlatıyor.

Meskûn olmayan için saygı yürüyüşü

Çevreci ve işçi dostu şair Gary Snyder, kişisel deneyimlerin ve doğal yaşamın savunucusu. Varoluşun, bütün benliği etkilediğine ve etkilemesi gerektiğine inanarak bunun yaşam ile kişiyi bir araya getirdiğini; hayata tutunmasını sağladığını söylüyor. Bu düşüncesi onu Alan Ginsberg’le buluşturuyor.

Snyder doğa, çevre ve hayatın organikliğine olan ilgisini, daha doğrusu buna bağlılığını, doğup büyüdüğü 1930’ların tamamına yayılan ekonomik buhran döneminde ailesinin köy yaşamına dönmek zorunda kalmasına borçlu. Özgürlüğün doğasının ve doğanın özgürlüğünün Snyder’da pekişmesini sağlayansa İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla ailesiyle beraber taşındığı Oregon’un ormanlarına dalması. Dağcılığa merak salan, yazan ve enikonu şiirle ilgilenmeye başlayan Snyder, gerçekle hayal olanı buluşturan metin ve dizeler kaleme alırken özellikle mit ile şiirin insanı aydınlatan bir ortaklığı bulunduğunu savunup deneyimle mitlerin bir bütün oluşturduğunu vurguluyor.

Riprap adlı derlemede art arda sıralanan kısa şiirlerin doğanın içinden geçtiği görülüyor. Snyder, insanı doğaya yerleştirirken gözün bakıp gördüğü ve ruhun özgürleştiği ve aynı zamanda kişinin hayata dair bilgilere erişmesinin de önünü açan şiirlere imza atmış. Onun dizeleri hem modernliği hem de kendine özgü yapısıyla, merak duyduğu ve hakkında bilgi sahibi olduğu Budizm’den, Uzakdoğu felsefesinden, ABD’nin Batı sahillerinden ve ormanlarından izler taşıyor.

Riprap’teki şiirleri nedeniyle bazı sert eleştirilere maruz kalan Snyder, uzun yıllar Japonya’da yaşayarak Batı Sahili Beat akımına katkı vermeyi sürdürdü. Kesin dönüş yaptığı ABD’de bu katkıyı vermeye devam ediyor. Japonya yılları kendisine, Budizmin ve Uzakdoğu düşüncesinin temelini öğretiyor. Yadsınmayan fizyolojik gerçekliğin ötesine bakma alışkanlığı ya da yetisi, bu temelin önemli öğelerinden. Snyder’ın şiirlerine yansıyan doğa sevgisini ve özgürlüğe düşkünlüğü besleyen tam olarak bu. Dahası, ABD merkezli karşı kültürün yaratılmasında ve belli olaylar karşısında örgütlenen eleştirel hareketin filizlenmesinde de etkili bu durum. Donald Trump’ın başkanlığına, söylediklerine ve eylemlerine karşı hareketlenen kitlelerin bilinçaltında yatan ve meydanları doldurmasını, sosyal ağlarla dünyaya mesaj yollamasını tetikleyen de benzer bir özgürlük söylemi ve ihtiyacı.

 

GEZGİN SNYDER

Snyder’ın da fikir babalarından biri olduğu bu karşı kültür ve onun zeminindeki özgürlük anlayışı, yeni “kültür” yerine zaten var olan ve bozulan bir kültürü tekrar gündeme getirmeye dayanıyor. Bu anlamda olayın bam teli, insanın kendini durdurması ve kendisinden sakınması. Snyder’ın dağ yürüyüşleri, Kızılderili bilgeliğine tutulması, ekolojiye kafa yorması, doğayı kuşatmak yerine doğanın insanı sarıp sarmalamasını savunması ve kendisini Beat akımıyla sınırlamadan daha bağımsız bir kimlikle karşımıza çıkması, hep bu eski kültürün ve bilgeliğin yeniden keşfiyle ilgili.

Gezgin Snyder’ın ayaklarıyla değil zihniyle de yürüdüğünü unutmamak lazım. Japonya, Pasifik adaları, Hindistan, Avustralya ve Kızıldeniz gibi pek çok coğrafyada bulunan ve ardından ABD’ye dönen şair, düşünsel anlamda zenginleşirken yürüyüşün zihin açtığını kavrayıp bunu metin ve dizelerine yerleştiriyor.

Rebecca Solnit, Yol Aşkı-Yürümenin Tarihi isimli kitabında, yürüme eyleminin insana “bazı şeyleri değiştirmek için güç verdiğini”, kimi zaman da kişiyi “atıllaştırdığını” yazmıştı. Solnit, “zihnin, bedenin ve dünyanın birbiriyle konuşmaya başlamasını sağlayan eylem” olarak tanımladığı yürümenin, tam anlamıyla “özgürlüğe kapı açtığını” söylemişti. Snyder, Özgürlüğün Görgüsü’nde bu bileşimin insana kattıklarını sıralarken yaşam deneyiminin doğanın sunduklarıyla nasıl aynı kulvarda yer alabileceğini göstermeye uğraşıyor.

KADİM DOĞA TANIMLARI

İlk anda Snyder’ın anlattıklarının yerel kaldığı düşünülebilir. Ancak atlanmaması gereken ayrıntı, saf bilgeliklerden sızanların, bugün yeryüzünde hüküm süren ve geçmişiyle bağının gücünden bahseden tüm kültürlerin özünü oluşturduğu: Günlük yaşamın gürültüsü ve görgüsüzlüğüyle önemli ölçüde muğlaklaşan bu yöne doğru yürüyen Snyder’la karşılaşıyoruz kitapta.

İnsanların eskiden birbiriyle yaptığı yazısız sözleşmeler, yaban hayatındaki av-avcı arasındakine benziyordu. Bir kültür, başkasını yok etmek şöyle dursun ondan besleniyor, hatta olası tehditlere karşı koruma kalkanını devreye sokuyordu. Snyder, yürüyüşü sırasında bu naif kurala bağlı kalan ve sayısı git gide azalan insanlara rastlıyor. Yaşamı şekillendiren, kişileri özgürleştiren bu görgü şimdilerde alay konusu olsa da Snyder ısrarla oraya yöneliyor.

Dünyanın çeşitli yerlerine yaptığı gezilerden ve memleketindeki yaban hayatından dersler çıkaran Snyder’ın, o noktaya zarar vermenin yaşamı yapaylaştırdığını ve insanı felaket yaratan bir canlıya dönüştürdüğünü savunması boşuna değil. “Vahşi” ve “özgür” kelimelerinin tüketim paketi olarak sunulduğunu söyleyen Snyder, “doğa dünyadır ve uzun vadede kaçınılmaz olarak vahşidir” diyor. Yabanı tehdit ve şiddet olarak algılayan günümüz kültürüne ince eleştiriler getiren şair, doğanın tehdit içermediğini belirtip bugün insanın oraya müdahale edişini hatırlatarak geçmişteki gezilerinin kendisine kattığı deneyimlerden yararlanıyor. “En kötü haliyle” doğaya yaptığı atıf, aslında “olduğu gibi olana” değer vermesiyle bağlantılı. Bir kurşunkalem imalatçısının oğlu olan Harvard Üniversitesi mezunu, sınıfta ders işlemeyi sevmediğinden öğrencilerini uzun doğa yürüyüşlerine çıkardığı için baskı görüp çalıştığı liseden ayrılmak zorunda kalan, 1845’te Walden Gölü kıyısında “ilk felsefi icraatım” dediği kulübeyi inşa eden ve Meksika-ABD Savaşı’na karşı çıkmak amacıyla vergi ödemeyi bırakan David Henry Thoreau’nun “hiçbir medeniyetin dayanamayacağı yaban” ifadesinin bir yansıması bu. Snyder bir adım ileriye gidip zarını, yabanla beraber yaşayabilecek medeniyetten yana atıyor. Bunun başta gelen koşulu ise “doğa insan için değildir” ilkesini kayıtsız şartsız benimsemek.

Meskûn olmayana saygının ilk adımı, bilinen ve beraber yaşanan yabanı olduğu gibi kabul etmek. Snyder’a göre böyle bir arazi üzerinde hak iddiasında bulunmak doğaya pragmatik bir şekilde yaklaşmakla eşanlamlı. Zaten insanın “anlam” kaygısı, yabanda gedik açmak için tam bir fırsat! Yabanı ekonomiye ve tüketime dahil etmek, doğayı insanın emrine verip kullanımına sunan içi boşaltılmış “hümanist” bir yaklaşımdan ibaret. Hal böyle olunca çevremizdeki her şeyi; hafriyatları, dört bir yanımızı kuşatan sevimsiz yapıları, inşaat çılgınlığını, zehirli atıkları, nükleer enerjiyi ve yapıbozumcu her faaliyeti “doğal” ya da “olağan” saymaya başlıyoruz.

Snyder, “doğaya aykırı sayılmayan” bu inorganik yaklaşımın panzehiri olarak kadim doğa tanımlarına yöneliyor. Onların içinden öne çıkansa medeniyetin ekonomik ve politik egemenliğine direnç, başına buyrukluk, özgünlük, kendi başınalık ve özgürlük… Snyder’ın doğal olanı bireye uyarlamasıyla belirginleşenler ise onur ve bağımsızlık, baskıya ve kapatılmaya karşı çıkma, dobralık ve serbestlik gibi nitelikler.

SERT VE EĞLENCELİ ÖĞRETMENLER”

İnsanın doğa okur-yazarlığının öneminden bahseden Snyder, bu yetinin körelmesiyle ekolojik fakirliğin ve ekonomik fayda sağlamadığı sürece doğanın anlamsız sayılacağına dair inancın yerleştiğini hatırlatıyor. Doğanın inkârının, duyarlığın inkârına denk düştüğünü; yabandan uzağa düşen insanın bilinçsizleştiğini vurguluyor. Aslında günümüzde bu sefaleti yaşıyoruz; yabanı iskâna açan duyarsız ekonomik ve politik zihniyet, “doğa insan içindir” gibi tehlikeli bir önermeyle güdüleniyor.

Snyder, bireylerin kendini insanî olmayan dünyaya uzak hissetmesinin, yabanı yok etmedeki en önemli açmaz hâline geldiğini belirtiyor. En başta bedenin yabani olduğunu kabullenerek bu gidişat tersine çevrilebilir belki: Bu evrensel özelliğin, doğanın ruhuyla uyumunu bedenin hemen her gün verdiği tepkilerden anlamak mümkün. Söz konusu tepkilerin ifade edilmesini sağlayan dilin en iyi biçimde açık alanlarda öğrenildiğini söyleyen Snyder, dilin yaban hayatı üzerinde herhangi bir hakkımız bulunmadığını anlamaya ve anlatmaya yaradığını da anımsatıyor. Doğanın şiirini kavramak ve insanî kelimelerle aktarmak bu nedenle önemli. Yazar tam da bu yüzden “yaban doğanın patikasız dünyası fevkalade bir okuldur, onun içinde yaşananlar sert ve eğlenceli öğretmenler olabilir” diyor. O alanda yürümek Snyder’a göre “şevk ve alçakgönüllülüğün kusursuz dengesini” oluşturur. Organik dünyayı reddetmek ise buranın işleyişini bozmak ve onun insana sunacağı görgüden mahrum kalmak anlamına geliyor.

PARMAĞINLA DAĞI İŞARET ETME SAKIN…”

Yabanı “berbat ve kaba” diye niteleyenler, insanla doğa arasına set çekilmesine neden olup bugünkü inorganik yaşamı, şiddeti ve tahakküm istencini parlatarak özgürlüğün tu kaka edilmesine yol açtı. Snyder, dünyanın tüm yabanıllığı ile insanı izleyip dinlediğini; her adımın ve geçişin doğaya dalga dalga yayıldığını anımsatıyor.

“Doğaya dönmek”, insanın yaban hayat üzerinde başarılı bir devrim yarattığı anlamına gelmiyor. Richard Nelson’ın “Parmağınla dağı işaret etme sakın, bu kabalık olur!” sözünü hatırlatan Snyder, doğayla ilişkimizin nezaket zemininde kurulması gerektiğini belirtiyor. Bu, manzarayı rahat bırakmak ve ona zarar vermeden içine dalmak demek biraz da.

Yabanın görgüsünün, sıkıntılara göğüs gererken ürettiği mizahla da ortaya çıktığını söyleyen Snyder’a göre kırılganlığı ve tevazuu kucaklayan bu mizah, doğanın şiirinin bayraktarlığını da üstleniyor. Bu mizahla yan yana gelen yalınlık, cömertlik ve yürüyüş, gerçek bir yaşamla bizi buluşturur; yazar, “yabandan aldığımız dersler özgürlüğün görgüsünü oluşturur” diyor. Diğer bir ifadeyle yabanın gücü, kendisini ve insanı erginleştirmesinde yatıyor.

Snyder’a göre, yaban bize en başta özgürlüğü anlatmaya çalışıyor. Fakat bahsi geçen bu özgürlük, şimdilerde yanlış yorumlandığı gibi her şeyin yapılabileceğine dair bir pervasızlığı değil, yapılmaması gerekenlere ilişkin ilkeler ortaya koyuyor. Dolayısıyla, Snyder’ın adını geçirdiği özgürlüğün temelinde öğrenmeye ve anlamlandırmaya dayanan bir görgü yer alıyor. Yazar, bu nezaketin kavranmasının gerekliliğini vurgularken insanın tüketim, ekonomi ve politik bozgunculuk eliyle yok etmeye koyulduğu yabanın öğretmenliğine kulak vermesinin zorunlu olduğundan bahsediyor.

Özgürlüğün Görgüsü / Gary Snyder / Çeviren: İnan Mayıs Aru / SUB Yayın / 48 s.

 


Kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kitap/689747/Gary_Snyder_dan__Ozgurlugun_Gorgusu_.html


Pin It on Pinterest