Çıplak gözle görülmeyen, elle tutulmayan, varlığı olsa da bilinmeyen küçük bir virüs. Covid-19 virüsü. Beklenmedik bir zaman diliminde, hazırlıksız vaziyette varlığını gösterdi. Milyonlarca insanı hasta yatağına düşürerek, binlerce insanı ise ölümün pençesine sürükleyerek. Milyarlarca insanı evlerinde gönüllü mahkumluğa razı ederek.
Hiç beklenmedik bir zamanda yaşamları, derinden sarsarak varlığını kabullendirdi. Sınırları aşarak, renk, dil, ırk, din, mezhep ve ekonomik ayrıcalıkları dinlemeden sözünü geçirdi. Öyle ki; gözümüzde büyüttüklerimizin ne kadar önemsiz ve küçük olduğunu; önemsiz, değersiz bulduklarımızın hayatı önemde olduğunu fark ettirdi.
Sosyal ortamlarımızdan kopararak, yalnızlığımızla yüzleştirdi. Kimimizin yalnızlığı çaresizliğin pençeleriyle boğuşmakla, kimimizin yalnızlığı hasta yatağında bir nefes için solunum cihazına bağlı olmakla, kimimizin yalnızlığı ise bedenlerimizi ceset torbalarında gömülmeyi beklerken ortaya çıktı. Yalnızlığımız, milyarlarca insanı ortak bir nedende birleştirdi. “ACI”
Acılarımız, varlığımızın merkezine işleyerek, yaralarımızı ortaya çıkardı. Yaralarımız, varlığımızın merkezi olan kalbimizi hatırlattı. Kalplerimiz unutulmuşluğun acısıyla, gözlerimize inen perdeyi açtı. Gözlerimizin önündeki perde inerken, yüzlerimizi maskeler kapladı. Maskeyle kaplı yüzlerimiz, ölümün sessizliğini hissetti. Ölümün sessizliği ve sinsice takip etmesi, içinde bulunduğumuz maskeli balodan uyandırdı. Sürdürülemez olan yaşamlarımızdan…
Sürdürülemez olan yaşamlarımız, tükettiklerimiz ve tükenmişliklerimizden ibaret. Yani, oyalanmak için elimize verilen oyuncaklarımız. Oyuncaklarımız, varlığımızı sahiplenen, belirli bir ücret karşılığında sahip olduğumuzu zannettiğimiz evlerimiz, arabalarımız, dükkanlarımız, mesleklerimiz, kurumlarımız, beklentilerimiz ve hedeflerimiz. Bir kese kâğıdı gibi sarmalanmaktan, duyarsızlaştığımız etmenler. O kadar duyarsızlaştık ki; tükenmişliğimizi belirsiz ve bilinmez olana yığıyoruz. Sanki, yığınlar halinde neden, ne amaçla, ne için yaşadığımızı biliyormuşçasına…
Bildiklerimiz, bizlere sunulan uyuşturucularımız. Ellerimizde telefon, tablet veya dizüstü bilgisayar, sanal alemin içinde yaşadığımızı sanıyoruz. Bedenlerimizi, zihinlerimizi ve duygularımızı sanal alemin sömürüsüne sunuyoruz. Sanal alem bedenlerimizden, zihinlerimizden ve duygularımızdan aldığı verilerle, hayatlarımıza yön veriyor. Bizlere planlanmış, programlanmış, lüks ve konforlu bir hayat sunuyor. İnsanın içindeki alemi bataklığa dönüştürerek, dışardaki bataklığın içine çekiyor.
Bataklığın içinden çıkmak ise zor geliyor bizlere. Tutmak, tutunmak bir bedel istiyor. Bedel dediğim, belli bir ücret değil. Anlatmaya çalıştığım, üzerimizde olan bataklığın kalıntılarını temizleyebilme cesaretini gösterebilmekte. Görmek ve gösterebilmek cesareti ise güneşin aydınlığına yönelmekte. Ne yazık ki; insanlık varolma savaşımında güneşin ışığından korkmuştur.
Korkmak, karanlık ve korunaklı mağarasından çıkıp, bütün çıplaklığıyla kendisiyle yüzleşememekten geliyor. Benliklerimiz, ayağımızı kaydırıyor. Yani, kaygılarımıza yol açıyor. Kaygılarımız, bizleri benliklerimize esir hale getiriyor. Kendi hapishane avlularımızda bir duvardan diğer bir duvara volta atıyoruz. Birinci adımı atmadan, üç adım birden atmaya çalışıyoruz. Birbirimizin üstüne çıkarak, ayaklarımıza çelme takarak, birbirimizin üzerine basarak yapıyoruz. Bunun adı da “Normal Hayatlarımız” oluyor.
Koronavirüs salgınından dolayı normale geçiş yapacağımız şu günlerde, normal zannettiğimiz anormal hayatlarımıza dönmek için sabırsızlanıyoruz. Sabrımızla sınandığımızın farkında bile değiliz. Çünkü, şımarık çocuklar gibi tüketeceğimiz yeni oyuncaklarımızı istiyoruz. Varlığımızı yok ettiğimiz, yokluğunda varlığımızı anladığımız oyuncaklarımız.
Elle tutamadığımız virüs, avuçlarımızdaki oyuncaklarımızı bıraktırıyor. Uyuşturularak, sunulan hayatlarımızı darmadağın ederek, yeni hayatlarımızda kurucu rolü üstlenmemizi anlatmaya çalışıyor. Benliklerimizin yol açtığı esirlikten, kurtarıcı olarak çıkacağımızı gösteriyor. Çıplak gözle göremediğimiz COVİD-19 virüsü, varolma mücadelemizde, şımarıklığımıza atıfta bulunuyor:
Varlığını yokluğunla, yokluğunu varlığınla doku, dokun. Dokun ki; varlığın yokluğunla, yokluğun varlığınla değişsin…
Korona Hafızası Ekofil Topluluğu üyelerinin korona salgını dönemindeki duygu, düşünce ve yaratımlarını paylaşmaları için açılmış bir alandır. Korona Hafızası kapsamında yayımlanan yazıların içerikleri tamamen yazarlarına aittir, EKOFİL’in görüşlerini yansıtmayabilir. Ekofil Mutfak Ekibi bu kapsamda gönderilen yazıları temel ilkelerimize uygun olduğu müddetçe herhangi bir seçme, eleme ve ayrım yapmadan yayınlamaktadır.

15 Temmuz 1989 tarihinde Sivas’ın Divriği ilçesinde doğdum. 2009 yılında Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü kazandım. Üniversiteyi okurken değişik çevre örgütleri ve derneklerinde gönüllü çalıştım. Kocaeli’nin yerel bir gazetesinde amatör yazarlık yaptım. 2013 yılında mezun oldum. 2017 yılında Marmara Üniversitesi’nde pedagojik formasyon eğitimimi tamamladım. Çeşitli işlerde çalıştıktan sonra Türkiye’nin çeşitli doğal güzelliklerini gezmeye başladım. Deneyimlerim sonucunda kitap yazdım. Okumayı, yazmayı, doğada gezmeyi, deneyimlerimi ve birikimlerini insanlarla paylaşmayı seviyorum.